16 Nisan 2013 Salı

Puşt İstanbul


Keşkelerden bitap düşmüş, harap olmuş bir mantığın, suç teşkil eden bi geçmişin sövülemeyecek kadar aciz oluşu, insanın içini nasıl acıtır bilir misin?
Bilirsin.. ama işine gelmez.
Bilemezsin.
Yaşamak için kalp ve akabinde karakter gerek. Gurursuzluğun içinde gurursuzluk, kaosun içinde bir tanrı aramak gibi bu.
Acınası. Biraz da trajikomik.

06:09

‘uyanmak için çok geç değil mi?’ diye soruyor şu an, rüzgarın tacizlerine maruz kalmış limon ağaçları ve hemen önümde duran fesleğenin burun kıran enfes kokusu…
Güneş henüz yüzünü göstermedi, namüsait sayılabilecek saatte, namahrem sayılabilirdim ben de belki.
Haksız sayılmaz.
İstanbul bu günlerde 5 yaşındaki bi çocuktan farksız. Bi gün ateşle oynuyor, ertesi gün kusana kadar ağlıyor. Doğurduğu gecelerden çok, batıramadığı gündüzlerle meşhur şu sıralar.
İyi sükse yaptı bu orospuluğuyla.
Sanıyor ki; geçmişinden ziyade kendisi. Tabiî ki de ziyade.
Yoksa bu kadar aşkı içinde barındırabilecek yüreği nerden bulabilirdi? Her halde puştluğundan.
Evet, puşt İstanbul.
Ulan o kadar kahpe aşka kucak açtın da, bi ‘biz’ mi çok geldik sana?
Ayıp İstanbul,
Ziyan İstanbul.
Yapma.

Adil de değilsin, katlanılabilir de.
Terk etmekle tehdit etsem, umruna bi kağıt kesiği kadar zarar verebilir miyim İstanbul?
Vermeyeyim.
Söverim ben de. Hem de hakkını vere vere. Sonuna kadar.
Kazırım dibini alçakça, 5 yaşındaki bi çocuk gibi, sinsi sinsi gülerim, haz dolar içim, tatmin olurum bi anlığına. Kim bilir belki ömürlük olur nefretim.
Her aklıma gelişinde küfür eder, üzerine bi sigara daha yakarım.

Aklıma geldin.
Evet bi sigara daha..

Hadi şimdi siktir git buradan.