Karanlık. Fazla karanlık.
Bir ışık kırıntısı bile yok.
…
Kendime geldiğimde kafamın içinde kıyılan canların
çığlıkları, dışarıda ise göremediğim maktullerin, zaman kaymasından
yararlandığım suretleri.
Ne kadar da masumlar. Ne kadar da suskunlar böyle!?
Sanki ölümü, karanlığı bekliyorlar gibi.
Göz kapaklarım o kadar ağır ki, elmacık kemiğime
sığınan rüzgar bile fayda etmiyor kıpırdamasına.
Ya âmâ oldum ya da çok yorgunum bu kez.
Sessizleşti birden etrafım. O kadar sessiz ki,
yıllarca öteden seslense biri duyabilir ve buna inanabilirim.
Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım lakin eklem
yerlerim izin vermedi bunu yapmama. İlk önce boynumu oynattım yavaşça, ardından
kollarımı, belimi ve bacaklarımı.
Derim gerilmiş, bedenim yanık içinde, ve burnumda çiğ
et kokusu. Tıpkı anlatılan hikayeler gibi. Kabus gibi.
Fazla yanmıştım cehennem ateşinde sanırım.
Tabii ki! Gözlerim erimiş, parmak uçlarım, kulaklarım,
burnum çürümüş, üzerine kafa tasımın elastik oluşuna şaşmamalıyım.
Affedilmek midir bu? Nedir? Sonun başlangıcı mı yoksa?
Kulaklarım o kadar keskindi ki; attığım her adımın
altındaki toprak partiküllerin ayrılış sesini rahatça duyabiliyordum.
Koşamıyordum. Zaten nereye koşacaktım ki?
Sadece adımlarımı hızlandırmam gerektiğini düşündüm. Hızlandırdım. Lakin
ben ve yeryüzünün parçalanışından başka bir ses yoktu ortalıkta. Hatta
kilometrelerce ötede bile bir ses olmadığına yemin edebilirim.
Yapmam gereken yürümek veya inanmak için bir kanıt
aramak değil. Ses duymak değil.
Yapmam gereken düşünmek.
Düşünüyorum.
Zaman kavramını yitirmiştim çoktan. Boyutun önemi de
yoktu. Sadece düşünmem gerekti!
Büyük bir uğultu duyuyorum. Bu! Bu bir nefes!
Kapakçıkları göz çukuruna kadar yırtılmış burnumdan
içeri çekiyorum bu nefesi. Ve izin veriyorum tüm organlarıma dokunmasına.
Tuttum içimde. Bırakmadım.
Ve neredeyse tüm alemi kaplayan bir ses iç kulağıma
doğru ilerliyordu.
‘Hangi dilde
konuşuyorsun?’ ‘Kimsin sen?’
Benim hangi
dilde konuştuğum önemli değil. Senin ne anladığın önemli dedi, ses.
Ben ‘ses’ diyorum.
Sen ‘Tanrı’ de.
Ben sen’im. Dedi
ve uzaklaştı ses.
O uzaklaşırken küfürler ediyor, sitemde bulunuyordum
sürekli.
Çok geçmeden içimde tuttuğum nefesi geri almaya
gelecekti ki, bu uzun sürmedi ve Ses,tüm hiddetiyle girdi hırıltılı soluğum
arasından içime.
Ve şimdi düşünemiyordum işte. Sadece hareket
edebiliyor ve bedenimin düşünemeden ne kadar aciz olduşunu, çırpınışını ve
ölümün ne kadar aşağılayıcı bir eylem olduğunu görüyordum. Eriyordum.
Ses, Ne
hissediyorsun? Diye sordu. ‘Ciğerlerimin büyüdüğünü, gözlerimin ışık
yakalayabilecek yetiye kavuşacağını, çenemin yerine oturuşunu ve 20lik dişimin
artık ağrı yapmadığını’ diye yanıtladım.
Başka? Diye
devam etti Ses. O sordukça bedenimi yeniliyor, eskisinden daha da iyi
oluyordum.
‘Açılan
kafatasımın üzeri kapanıyor,gözlerim görüyor, derim nemleniyor, parmak
uçlarımda tırnaklarım çıkıyor ve kemiklerim kaynıyordu.’
Ve ses yine büyük bir hiddetle çıktı içimden,
bademciklerime dokunarak.
Gözlerimi açtığımda, yukarıda ucu bucağı olmayan bir
beyazlık, uçuşan küller, kaynar bir yağmur ve ayaklarımın altında kaynayan bir
yeryüzü görüyordum.
‘Nedir bunun
anlamı? Neden iyileştirdin beni? Nesin sen?!’
Ben sen’im ve
sen ben olamayacak kadar acizsin.
Halbuki o kadar
çok sureti barındırdım ki nefesimde, sen benim verdiğim nefesi bırakamayacak
kadar aç ve korkaksın. Güvensiz ve inançsızsın.
Vücudundaki yanıkların bir önemi var mıydı
sence? Senelerdir yanıyor, acı çekiyorsun. Değil mi? Peki neden artık
buradasın? Neden bittiğini düşünüyorsun?
Çünkü sadece bedeninle hareket ettin.
Çünkü mantığını
kullanamadın.
Ve benimse
zarar veremediğim tek yetin, düşüncendi.
Yıllardır
düşünüyorsun.
Takdir ediyorum
şimdi seni. Ve özgür kılıyorum. Artık sadece bedenini kullanmayacak, aksine
beyninin yanmayışına dua edeceksin.
Büyük bir çocuk
olduğunu unutma. Sen çürümediysen hala, yaşlı olmak için daha çok küçük oluşundandır.
Unutma,
düşünürsen ya iflas eder mantığın ya da lâl kesilir doğruların.
‘Peki sen?’
Ben buralarda
olacağım. Sürekli etrafındayım. Fakat beni hissetmemeni öneririm. Mantığın
bitişinde varım ben. Eğer bir gün sönerse ışığın, uçurumda bekliyor olacağım
seni.
...
Gözlerimi açtığımda yatağımda ters dönmüş, kan ter içindeydim. Ve hafif hoşnut kaldığım kabustan uyanmanın verdiği haz hiçbir şeye değişilemezdi. Işıkları açtım ve not ettim bir kağıda tüm duyduklarımı, gördüklerimi.
Bir bardak soğuk içip, o Ses'e kocaman bir eyvallah diyebilirdim sadece.
Ve ardından ışıkları kapatarak başladım düşünmeye, kendime gelmeye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder