26 Temmuz 2012 Perşembe

Biraz Rüzgar ? - Son


Karanlık. Fazla karanlık.
Bir ışık kırıntısı bile yok.
Kendime geldiğimde kafamın içinde kıyılan canların çığlıkları, dışarıda ise göremediğim maktullerin, zaman kaymasından yararlandığım suretleri.
Ne kadar da masumlar. Ne kadar da suskunlar böyle!? Sanki ölümü, karanlığı bekliyorlar gibi.
Göz kapaklarım o kadar ağır ki, elmacık kemiğime sığınan rüzgar bile fayda etmiyor kıpırdamasına.
Ya âmâ oldum ya da çok yorgunum bu kez.
Sessizleşti birden etrafım. O kadar sessiz ki, yıllarca öteden seslense biri duyabilir ve buna inanabilirim.
Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım lakin eklem yerlerim izin vermedi bunu yapmama. İlk önce boynumu oynattım yavaşça, ardından kollarımı, belimi ve bacaklarımı.
Derim gerilmiş, bedenim yanık içinde, ve burnumda çiğ et kokusu. Tıpkı anlatılan hikayeler gibi. Kabus gibi.
Fazla yanmıştım cehennem ateşinde sanırım.
Tabii ki! Gözlerim erimiş, parmak uçlarım, kulaklarım, burnum çürümüş, üzerine kafa tasımın elastik oluşuna şaşmamalıyım.
Affedilmek midir bu? Nedir? Sonun başlangıcı mı yoksa?

Kulaklarım o kadar keskindi ki; attığım her adımın altındaki toprak partiküllerin ayrılış sesini rahatça duyabiliyordum. Koşamıyordum. Zaten nereye koşacaktım ki?  Sadece adımlarımı hızlandırmam gerektiğini düşündüm. Hızlandırdım. Lakin ben ve yeryüzünün parçalanışından başka bir ses yoktu ortalıkta. Hatta kilometrelerce ötede bile bir ses olmadığına yemin edebilirim.
Yapmam gereken yürümek veya inanmak için bir kanıt aramak değil. Ses duymak değil.
Yapmam gereken düşünmek.
Düşünüyorum.
Zaman kavramını yitirmiştim çoktan. Boyutun önemi de yoktu. Sadece düşünmem gerekti!

Büyük bir uğultu duyuyorum. Bu! Bu bir nefes!
Kapakçıkları göz çukuruna kadar yırtılmış burnumdan içeri çekiyorum bu nefesi. Ve izin veriyorum tüm organlarıma dokunmasına. Tuttum içimde. Bırakmadım.
Ve neredeyse tüm alemi kaplayan bir ses iç kulağıma doğru ilerliyordu.
Hangi dilde konuşuyorsun?’ ‘Kimsin sen?’
Benim hangi dilde konuştuğum önemli değil. Senin ne anladığın önemli dedi, ses.
Ben ‘ses’ diyorum. Sen ‘Tanrı’ de.
Ben sen’im. Dedi ve uzaklaştı ses.
O uzaklaşırken küfürler ediyor, sitemde bulunuyordum sürekli.
Çok geçmeden içimde tuttuğum nefesi geri almaya gelecekti ki, bu uzun sürmedi ve Ses,tüm hiddetiyle girdi hırıltılı soluğum arasından içime.

Ve şimdi düşünemiyordum işte. Sadece hareket edebiliyor ve bedenimin düşünemeden ne kadar aciz olduşunu, çırpınışını ve ölümün ne kadar aşağılayıcı bir eylem olduğunu görüyordum. Eriyordum.

Ses, Ne hissediyorsun?  Diye sordu. ‘Ciğerlerimin büyüdüğünü, gözlerimin ışık yakalayabilecek yetiye kavuşacağını, çenemin yerine oturuşunu ve 20lik dişimin artık ağrı yapmadığını’ diye yanıtladım.
Başka? Diye devam etti Ses. O sordukça bedenimi yeniliyor, eskisinden daha da iyi oluyordum.
‘Açılan kafatasımın üzeri kapanıyor,gözlerim görüyor, derim nemleniyor, parmak uçlarımda tırnaklarım çıkıyor ve kemiklerim kaynıyordu.’

Ve ses yine büyük bir hiddetle çıktı içimden, bademciklerime dokunarak.

Gözlerimi açtığımda, yukarıda ucu bucağı olmayan bir beyazlık, uçuşan küller, kaynar bir yağmur ve ayaklarımın altında kaynayan bir yeryüzü görüyordum.

‘Nedir bunun anlamı? Neden iyileştirdin beni? Nesin sen?!’

Ben sen’im ve sen ben olamayacak kadar acizsin.
Halbuki o kadar çok sureti barındırdım ki nefesimde, sen benim verdiğim nefesi bırakamayacak kadar aç ve korkaksın. Güvensiz ve inançsızsın.
 Vücudundaki yanıkların bir önemi var mıydı sence? Senelerdir yanıyor, acı çekiyorsun. Değil mi? Peki neden artık buradasın? Neden bittiğini düşünüyorsun?
Çünkü sadece bedeninle hareket ettin.
Çünkü mantığını kullanamadın.
Ve benimse zarar veremediğim tek yetin, düşüncendi.
Yıllardır düşünüyorsun.
Takdir ediyorum şimdi seni. Ve özgür kılıyorum. Artık sadece bedenini kullanmayacak, aksine beyninin yanmayışına dua edeceksin.
Büyük bir çocuk olduğunu unutma. Sen çürümediysen hala, yaşlı olmak için daha çok küçük oluşundandır.
Unutma, düşünürsen ya iflas eder mantığın ya da lâl kesilir doğruların.

‘Peki sen?’

Ben buralarda olacağım. Sürekli etrafındayım. Fakat beni hissetmemeni öneririm. Mantığın bitişinde varım ben. Eğer bir gün sönerse ışığın, uçurumda bekliyor olacağım seni.
 ...

Gözlerimi açtığımda yatağımda ters dönmüş, kan ter içindeydim. Ve hafif hoşnut kaldığım kabustan uyanmanın verdiği haz hiçbir şeye değişilemezdi. Işıkları açtım ve not ettim bir kağıda tüm duyduklarımı, gördüklerimi.
Bir bardak soğuk içip, o Ses'e kocaman bir eyvallah diyebilirdim sadece.
Ve ardından ışıkları kapatarak başladım düşünmeye, kendime gelmeye.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder