Kuş tüyü yastığıma başımı koymamla başladı her şey.
Rahat bir yatak ve rahat bir vicdan.
Güzel bir rüya görmemem için hiçbir sebep yoktu.
Göz kapaklarım ağırlaştı, ellerim ve ayaklarım
hareket etmeye başladı istemsiz. Başım gömüldükçe yastığa, daha sıkı sarılıyordum
yorgana. O kadar açtım ki güzel bir rüya görmeye belki bir daha böyle fırsat
geçmeyecek, böyle huşu içinde kıvrılamayacaktım gergin çarşafımın üzerinde.
Beyazdı her yer. Bembeyaz.
Ya kefene girmiştim ya da gerçek olamayacak güzel
bir hissin içinde salınıyordum!
Kar yağmış, ama kısa kollu bir tişört vardı
üzerimde ve altında 4-5 beden büyük bir pantolon. O kadar çıplaktım ki bu
hissin içinde, üşümek acizlikti benim için.
Ya gasilhanedeyim ya da evimin peyzajdan yoksun bahçesinde.
Öylece bakıyordum etrafıma, güneş ihtişamını
esirgemiyordu yine. Bakamıyordum kendisine. Onu biliyor fakat göremiyordum.
Belki bu da bir acizliktir. Lapa lapa yağıyor kar. Güneşe inat yağıyor.
Saçlarıma, kirpiklerime ve burnuma dokunuyor.
‘İçine çek beni’ diyor. İdrak etmemem için bir sebep yoktu. İçime çektim.
Ciğerlerim, göz bebeklerim ve burun kapakçıklarım büyüdü birden.
Ne böyle bir koku, ne de buna benzer bir şey
tatmıştım ömrümde! Ömrümde? –Evet ömrümde!
Bunca ışığın arasında nasıl olur da büyür göz
bebeklerim?
Bunca yıl içilen sigaraların yarattığı tahribata
rağmen nasıl olur da büyür ciğerlerim?
Bunca tadın içinde nasıl olur da tatmış olabilirim
isteklerimin bütününü?
Kar tanesi. Unutmayacağım seni.
‘Unutmak’ kelimesi döküldüğü an dilimden, gök
küfür etmeye, tükürmeye başladı birden. Yağmur iliklerimden daha öteye, ruhuma
işliyordu adeta.’ Kaçmalıyım’ dedim. Öngördüm olacakları.
Sonra ‘doluya tutulmaktan iyidir’ diye düşündüm.
Çok yüzeysel bakıyordum o an olacaklara. Birkaç saniye sonra ar damarım
küçülmeye, utancımdan yerin dibine girmeye başladım.
Ben utandıkça gök küfür ediyor, yağmuru mermi
eyliyordu.
Ya bir cenderenin ortasındaydım ya da kahpe
geçmişimin sillesini yiyordum.
Ellerimi açtım nihayetinde semaya. Ve af diledim
yağmurdan. Yakındım biraz. Sonra taşkına sebep olup, sürüklemesini istedim
beni.
Çünkü bu kadar anlamlı bir yağmuru beslememiştim
hiç hücrelerimde. Ağlamaklı oldu yağmur. Sustu gerçekler. Dağıldı bulutlar.
Açtı güneş ve eridi karlar. Su oldu. Kurudu yeryüzü.
Çölde miyim ben? Çok kurak. Fazla sıcak.
Hayır! Tatmin olamıyorum DoğaAna! Bana öyle bir
cümle kur ki; yerle yeksan etsin ömrümü. Küfür etmekten öteye geçsin
doğruların. Saygılı bir rüzgar estir. Öyle bir essin ki hissedemeyeyim
dokunuşlarını, kokusunu. Duymayayım onu. Aksi takdirde ya unutacağım kar
tanesini ya da öleceğim şuracıkta.
Toprak yok oldu ayağımın altından, güneş söndü ve
karanlığın tam da dibindeydim artık.
Doğa Ana çok orospusun be! Nasıl öleceğim ki
burada?
Düşündüm. Göz bebeklerim karanlıktan bıkmış,
çatlayacaktı artık büyümekten. Göz kapaklarım ağırlaştı. Ellerim ve ayaklarım
istemsiz hareket etmeye başladı. Düşünüyor ve ‘Görmeyeceğim’ diyordum içimden.
Doğa ana’ya sezdirmeden.
Hafif korkuyla araladım gözlerimi. Bu sefer de
içinde kaybolabileceğim dar koridorlar ve beyazlığın içindeydim. Göz bebeklerim
bu kez de kaybolacak kadar küçüldüler. Göz kapaklarım ağırlaştı tekrar, ellerim
ve ayaklarım istemsiz hareket etmeye başladılar.
Açmadım gözlerimi hala. Öyle bir rüyadayım ki
şimdi;
Ya arafta hissediyorum kendimi ya da arafa giden
kör bir aşık gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder